Manastırın bahçesindeki kafeteryada safranlı çay ve hurmalı Süryani çöreklerimizi yerken can kulağıyla rehberimizin anlatımlarını dinliyoruz. Romalılar bölgeden çekilince Aziz Şleymun bazı azizlerin kemiklerini buraya getirmesi ile Kale manastır işlevini alarak Mor Şleymun Manastırı olarak anılmaya başlamış. “Aziz” ünvanı Süryani dilinde “Mor” tabiri ile ifade ediliyor. Mardin Metropolü’nün burada yaptırdığı tadilatlara atfen metropolün de adı olan “Mor Hananayo” ismini alan manastır etrafında yetişen safran yani “zafaran” bitkisi sayesinde Deyrulzafaran Manastırı olarak biliniyormuş. Kubbeleri, kemerli sütunları, ahşap el işlemeleri, iç ve dış mekanlardaki taş nakışları her görenin hayran kaldığı Deyrulzafaran Manastırı, uzun tarihi boyunca Süryani Kilisesi’nin dini eğitim merkezlerinden biriymiş. Bölgeye matbaayı getiren kişi olan 4.Petrus’un da burada patriklik yaptığını öğreniyoruz. Annesi tarafından manastıra bırakılan ve hayatı boyunca, tam 70 yıl o manastırda annesini bekleyen Kırmızı Çoraplı Bahe’nin gerçek yaşam öyküsünü dinliyoruz Rehberimizden. Bahe Amca; Arap kökenli, Suriye’de doğmuş ve neredeyse tüm hayatını bu manastırda geçirmiş bir Süryani Türkiye vatandaşı. Kimine göre Bahe dört, kimine göre ise altı yaşlarındayken; annesi onu, çocuğunun daha iyi şartlarda yaşayabilmesi adına istemeden de olsa bu manastıra bırakıp Suriye’ye gitmek zorunda kalmış. Fakirlik ve çaresizlik içerisindeki kadın küçük Bahe’ye kırmızı çoraplar giydirmiş ve “Burada manastırda bekle beni, bir gün seni mutlaka almaya geleceğim.” diyerek vedalaşmış; ancak bir daha asla geri gelememiş... Manastır cemaati sahip çıkmış çocuğa ve Bahe tüm hayatı boyunca Manastırda yaşamış, hizmet etmiş, gözü kapıda annesini beklemiş… yastığının altında annesinden yadigâr kırmızı çoraplarıyla buradan çıkmış sonsuz yolculuğuna 2014 yılında. Manastırı'nın ayin salonunda çok sayıda Türk, Kürt, Arap, Müslüman, Hristiyan, Süryani ve Ermeni vatandaşların katıldı bir törenle ilahiler eşliğinde uğurlanmış. Rehberimizi dinlerken doluyor gözlerimiz, hüzünleniyoruz. Nihayet kapı aralanıyor ve bizi gezdirecek olan genç görevli eşliğinde içeri giriyoruz.
Daracık merdivenlerden inmemizle zaman yolculuğu, Milattan önce 2000li, belki de daha eski yıllarda, Güneş tapınağında başlıyor. Kurban ritüelleri düşüncesi ve sunak olarak kullanılan “niş” tüylerimi ürpertirken gözlerim tavana odaklanıyor. Sıra sıra dizili taşlarının birbirlerine kenetlenişi, ortada eğim oluşturan V şeklindeki kilit taşları tam bir mühendislik harikası. Burası binlerce yıldır Manastır yapısının ağırlığını üzerinde taşıyor.
Mezar odası olarak da anılan “Azizler Evi”nin duvarlarında bir asaya dolanmış yılan figürleri bu bölümün bir zamanlar tıp veya ilaç ilmi ile ilgili konular için kullanıldığını düşündürüyor. Dört metropolit ve üç patriğin mezar nişleri, toplam yedi tane niş, bu oda yer alıyor. Vefat eden din adamları yüzleri doğuya dönük olacak şekilde, kıyafetleri ile iskemlede oturarak defnediliyor ve inanışa göre yeniden dirilecek olan İsa Mesih’i karşılamaya hazır bekliyorlar. Bir patrik öldüğünde, en eski lahit mezar açılır, içindeki kemikler kenara alınır ve ritüele uygun şekilde defin işlemi yapılırmış. 1932 yılında patriklik makamı Şam’a taşınmış ve artık Türkiye’de bu makam olmaması nedeniyle mezar odasındaki lahitleri hiç açılmayacağını anlatıyor biri gezdiren görevli.
Kubbeli Kilise olarak da anılan Mor Hananyo Kilisesi, manastırın ana kilisesi olduğundan tüm ayin ve dualar burada yapılıyormuş. 500 yıllık olduğu tahmin edilen fildişi metropolit kürsüsü ve ceviz ağacı kapısı çok etkileyici.
Patrik 4.Petrus’un Londra’dan getirttiği matbaa makinesinin bir bölümünün de sergilendiği Meryemana Kilisesi’nde patriklerin taşınmasında kullanılan tahtırevan ve el işi ahşap kapılar hepimizi çok etkiliyor.
Avluya çıkıyoruz, üst katlarda odaların olduğunu fark ediyorum. Manastırda çok sade bir yaşam sürüldüğünü; tüm konforun bir yatak, bir dolap, bir masa ve iskemleden ibaret olduğunu tahmin etsem de manastır yaşamını daha iyi anlayabilmek için odaları da görebilmeyi isterdim. Maalesef bu bölüm ziyaretçilere kapalı.
Terasta biraz zaman geçirip birkaç fotoğraf daha çekiyor, Mezopotamya ovasının güzelliğini yüreğimize nakşediyoruz. Şehir surları ve Mardin Kalesi uzaktan göz kırpıyor.
Düş Patikası Mardin Turumuz henüz bitmedi. Şahmeran’ın peşi sıra, bir sonraki yazıda buluşmak üzere…
Meltem Berk Ayaz
Nisan 2022